Çok yiyen kaplan daha fazlasını yutamaz, bu yüzden akbaba güvenle aşağı inebilir.
Tibet Atasözü.
Bir zamanlar, büyük ve düz bir dağın tepesinde, Gencog adında bir kralın hüküm sürdüğü bir ülke varmış.
Kral güzel bir kadınla evlenmiş ve ona Nyema adını verdikleri bir oğul vermiş. Onu doğururken kadın ölmüş ama bebek yaşamış.
Kral başka bir eş almış ve Däwä adını verdikleri bir oğulları daha olmuş. Bir gün kendi kendine “oğlumun kral olma şansı yok, çünkü büyük oğul doğuştan hak sahibidir ve hükümdar olacağı kesindir” diye düşünmüş.
Bunun üzerine kadın planlar yapmaya ve büyük oğlunu öldürüp kendi oğlunun krallığı yönetmesini sağlayacak bir yol düşünmeye başlamış.
Bir gün çok hastaymış gibi yapıp inleyerek ve ağlayarak yere yuvarlanmış. Kral onu görünce çok telaşlanmış ve “Neyin var senin?” diye sormuş. Kadın cevap vermiş: “Küçüklüğümden beri bu hastalığı çekiyorum ama hiç bu kadar zor olmamıştı. Tedavi etmenin bir yolu var, ama çok zor ve acı, bu yüzden bu sefer ölmek zorundayım.”
Kral sormuş: “Seni iyileştirmenin yolu nedir? Ölmeni istemiyorum, çünkü bu kalbimi kırar ve ben de daha fazla kral olmak istemem. Bana çareyi söylemelisin ki seni kurtarabileyim.”
Kadın bir süre tereddüt etmiş ama sonunda şöyle demiş: “Oğullarından biri öldürülmeli ve ben de onun kalbini tereyağıyla yemeliyim, ama görüyorsun ki büyük oğlun prens ve tahtın varisi, küçük oğlun ise benim kanımdan ve canımdan, bu yüzden hayatımı kurtaracak olsa bile onun kalbini yiyemem.”
Kral çok üzülmüş ve sonunda şöyle demiş: “Bir oğlumu diğeri kadar seviyorum ve kalbim her ikisi için de aynı şekilde acıyor, ama bir iki gün içinde büyüğü öldüreceğim, çünkü küçüğü öldürmenin bir yararı olmaz.”
Bir süre sonra küçük kardeş ne yapılacağını öğrenmiş ve büyük kardeşe gidip durumu anlatmış ve “Bu konuda ne yapalım?” diye sormuş. Büyük kardeş, “Küçük kardeşim, babanla kalmalı ve kral olmalısın. O seni öldürmeyecek ve ben de kaçacağım.” Küçük kardeş bu duruma çok üzülmüş ve kalbi acıyarak, “Eğer sen gideceksen ben de gitmek istiyorum. Burada sensiz kalmak istemiyorum.”Pekâlâ,” diye cevap vermiş diğeri, “dilersen gelebilirsin.” Böylece birlikte o gece yarısı sıvışıp gitmeyi ve gittiklerini kimseye söylememeyi kararlaştırmışlar. Birilerinin gittiklerini öğrenmesinden korktukları için yanlarına tsamba almamışlar. Birkaç tsamba çantaları varmış ve içlerinde lamaların kullandığı kurutulmuş tsamba tormaları varmış. Şimdi bu tormalar tsamba’dan yapılmış küçük koni şeklindeki gövdelerdir ve lamalar dua okurken kullanılırlar. İçlerinin şeytanlarla dolu olduğu ve lamaların kutsal kitaplarını okurken onları içine çektikleri varsayılır.
Ayın on beşinde gece yarısı yola çıkmışlar ve kurumuş tsamba’ları bitene ve çok aç ve susuz kalana kadar gece gündüz dağlarda ve vadilerde seyahat etmişler. Sonunda bir köye varmışlar ama su yokmuş. Bir süredir çok az yemek yedikleri ve su içmedikleri için genç olan artık zayıflamaya başlamıştı. Bu yüzden Nyema ona, “Bu küçük köyde bekle ve dinlen, ben de gidip biraz su bulabilecek miyim diye bakacağım” demiş. Nyema su aramak için dağın çevresini tamamen dolaşana kadar yoluna devam etmiş ama hiç su bulamamış. Küçük kardeşini bıraktığı yere geri döndüğünde onun ölmüş olduğunu görmüş. Çok üzülmüş ve onun için dua taşlarından bir mezar inşa etmiş ve bir sonraki bedenlenişinde mutlu bir yaşam sürmesi ve bu seferki gibi çok fazla üzüntü çekmemesi için dua etmiş.
Nyema daha sonra oradan ayrılmış ve iki dağ sırasını aşarak, içinde büyük bir kapı bulunan bir uçuruma gelmiş ve mağarada yaşlı bir münzevi lama bulmuş. Yaşlı adam onu görünce şöyle demiş: “Sen iyi bir adamsın, sana bakınca bunu anlıyorum. Buraya nasıl geldin?” Nyema başına gelen her şeyi ve evden neden kaçtığını anlatınca yaşlı adam, “Burada kalıp benim oğlum olabilirsin, ben de küçük kardeşini tekrar hayata döndürmesi için tanrılara dua edeceğim” demiş. Birkaç gün içinde küçük kardeş hayata dönmüş ve ağabeyinin izini takip ederek yaşlı münzevinin evine gelmiş ve ikisi de yaşlı lamanın oğulları olarak orada kalmışlar.
Dağın tepesindeki bu mağaranın altında, çok iyi bir kralın yaşadığı bir şehir ve şehrin yakınında da tüm halkın tarlalarını suladığı büyük bir göl varmış. Her yıl gölde yaşayan yılan tanrısına bir adak sunulması gerekiyormuş ki kızıp suyu uzak tutmasın. Bu sunu için insanlar kaplan yılında doğmuş bir insanı kurban etmeliymiş. Ama zaman gelmiş, o yıl doğan herkes ölüp gitmiş ve kurban edecek kimse kalmamış.
Bir gün kralı gören çocuklar ona şöyle demişler: “Her gün sığırları gütmek için dağa çıktığımızda orada yaşayan bir lama görüyoruz. Bu lamanın iki oğlu var ve büyük olan kaplan yılında doğdu.” Bunun üzerine kral bunun doğru olup olmadığını görmek için üç adamını göndermiş. Adamlar mağaraya gitmişler ve kapıyı çalmışlar. Lama kapıyı açmış ve “Ne istiyorsunuz?” diye sormuş.
Adamlar, “Kral iki oğlunuz olduğunu ve birinin kaplan yılında doğduğunu duymuş,” diye cevap vermişler, “göl tanrısına sunacağımız adak için ona ihtiyacımız var.”
Lama, “Ben bir lama’yım, nasıl iki oğlum olabilir ki?” diye cevap vermiş. Sonra kapıyı yüzlerine kapatmış ve çocukları büyük bir su fıçısının içine saklamış. Bu muamele adamları kızdırmış ve birkaç taş alıp kapıyı kırmışlar. Her yerde çocukları aramışlar ama çocuklar o kadar özenle saklanmışlar ki bulamamışlar, bu yüzden hayal kırıklığına uğrayarak birkaç taş alıp yaşlı adamı dövmüşler. Çocuklar buna dayanamamış ve saklandıkları yerden çıkıp, “Buradayız, onu daha fazla dövmeyin” diye seslenmişler.
Bunun üzerine adamlar büyük oğlu bağlamışlar ve onu yanlarına alarak krala götürmüşler. Lama ve küçük kardeş o gittikten sonra çok üzülmüşler. Adamlar Nyema’yı kralın sarayına götürmüşler ve sunu zamanı gelmediği için sarayın avlusunda özgür kalmasına izin verilmiş.
Kralın bir kızı varmış ve Nyema’nın ne kadar yakışıklı olduğunu görünce ona deli gibi aşık olmuş ve nereye giderse gitsin onu izlemeye başlamış.
Sonunda o gün gelmiş ve Nyema’yı göle atmaya götürmüşler. Kralın kızı da peşlerinden gitmiş ve yalvarırcasına, “Lütfen onu göle atmayın, ama atmanız gerekiyorsa beni de atın,” demiş.
Kızının bu şekilde davrandığını görmek kralı kızdırmış ve “Onu da atın” diye seslenmiş. Böylece ikisini de göle atmışlar. Nyema çok üzülmüş ve şöyle düşünmüş: “Benim atılmam önemli değil, çünkü ben kaplan yılında doğdum ve yılan tanrısı kızarsa tüm halk açlıktan ölecek, ama prensesin benim yüzümden ölmesi gereksiz görünüyor.” Kız kendi kendine, “Ben sadece bir kızım ve beni içeri atsalar da önemli değil, ama bu yakışıklı genç adamı öldürmeleri çok kötü” diye düşünmüş.
Göle hükmeden tanrı, birbirlerini çok sevdikleri için ikisinin de ölmesinin kötü olacağını düşünmüş, bu yüzden suya atıldıklarında onları kıyıya taşımış ve ikisi de boğulmamış. Tanrı insanlara artık kurban etmenin gerekli olmadığını, kurban olmadan da bol su olduğunu göreceğini söylemiş.
Nyema prensese şöyle demiş: “Sen babana git ve yılan tanrısının söylediklerini ona anlat. Ben bir süreliğine lama ve kardeşimi görmeye gitmek istiyorum. Birkaç gün içinde döneceğim ve evleneceğiz.”
Prenses saraya geri dönmüş ve Nyema da mağaraya gitmiş. Kapıyı çaldığında cılız bir ses cevap vermiş ve kapıyı açtığında yaşlı lama zayıf bir sesle, “İki oğlum vardı, ama kral yılan tanrısına kurban etmek için birini benden aldı ve şimdi ben ve diğer oğlum ölmek üzereyiz” demiş.
Nyema, “İşte oğlun geri döndü.” demiş. Ardından onları yıkayıp beslemiş ve kısa sürede iyileşmişler ve onu tekrar yanlarında gördükleri için çok mutlu olmuşlar.
Prenses saraya döndüğünde herkes onu gördüğüne çok sevinmiş. Babası ona Nyema’nın ölüp ölmediğini sormuş, o da şöyle cevap vermiş: “Hayır, onun iyiliği sayesinde yaşıyorum. Yılan tanrısı ne kaplan yılında ne de başka bir yılda artık insan kurban edilmesini istemiyor ve su her zaman gelecek ve asla kesilmeyecek.”
Kral ve baş adamları kurtulmuş olmalarının ve göl tanrısının bu kadar nazik davranmasının mucizevi olduğunu düşünmüşler. Bunun üzerine kral Nyema’nın huzuruna getirilmesini emretmiş. Bunun üzerine haberciler gönderip bu kez üçünü dağdan aşağı inmeye davet etmişler ve geldiklerinde kral onları onurlandırmak için yüksek sıraların üzerine oturtmuş.
Sonra Nyema’ya, “Sen mucizeler yaratıyorsun, gerçekten bu yaşlı münzevinin oğlu musun?” diye sormuş. Nyema şöyle cevap vermiş: “Hayır, ben Kral Genchog’un oğluyum. Kardeşim ve ben canımızı kurtarmak için krallıktan ve babamın karısından, ki o benim gerçek annem değildi, kaçtık.” Bunun üzerine kral, onun bir kralın oğlu olduğunu bildiği için çok memnun olmuş ve kızını onunla evlendirmiş. Ona yalnızca kızını değil, asasını da vermiş ve yaşlanmakta olduğu için kendi yerine hüküm sürmesine izin vermiş.
Bunun üzerine Nyema tüm halka bir ziyafet vererek yedi gün boyunca mutlu vakit geçirmelerini sağlamış. Bir gün tahta çıktığında Dowd’a, “Küçük kardeşim, eve dönüp babanı ve anneni görmelisin, çünkü onlardan ayrılalı uzun zaman oldu” demiş. Yeni kral kardeşine mücevherler, altın ve gümüş verdikten sonra hep birlikte gitmeye karar vermişler. Yanlarına öküz yükü mal, birçok hediye, tüm hizmetkârları ve prensesle iki oğlunu alarak yola koyulmuşlar. Büyük dağların yarısına geldiklerinde bir mektup yazmışlar ve babalarına geldiklerini bildirmek için bir haberci ile göndermişler. Babaları iki oğlunun hâlâ hayatta olduğunu duyunca çok sevinmiş ve onları karşılamak için adamlarını göndermiş. Onları karşıladıktan ve büyük oğlunun bir krallığı olduğunu öğrendikten sonra, tacını küçük oğluna devretmiş, ki bu tam da annesinin istediği şeymiş. Ziyaretten sonra büyük oğul prensesini alıp krallığına geri dönmüş ve ikisi de uzun süre hüküm sürüp mutlu mesut yaşamışlar.