Yaşlı bir kadının üç yetişkin oğlu varmış. Büyük iki oğlu zeki ve kurnaz adamlarmış, ancak en genç oğluna Aptal Jack derlermiş, çünkü onun tam tamına bir avanak olduğunu düşünürlermiş. Günlerden bir gün en büyük oğlu, evde oturmaktan sıkıldığını ve bir iş bulmak için gideceğini söylemiş. Evden ayrılmış ve tam bir yıl geri dönmemiş.
Günün birinde eve döndüğünde bacaklarını zar zor hareket ettiriyormuş; yüzü de kırışıp perişan olmuş ve sinirleri tepesindeymiş. Dinlenip bir şeyler yedikten sonra, ailesine Mischance kasabasında yaşayan Gri Cimri’nin yanında işe girdikten sonra yaşadıklarını anlatmış: “Anlaşmadan pişman olduğunu söyleyen ilk kişinin sırtındaki deri, omuzlardan kalçalarına kadar yüzülecekti. Eğer pişman olduğunu ilk söyleyen efendiyse ayrıca iki katı maaş ödemek zorundaydı, eğer söyleyen hizmetçiyse maaş falan almayacaktı. Fakat o hırsız, bana o kadar az yiyecek verip o kadar fazla çalıştırdı ki dayanılır gibi değildi. Ben iyice sinirlenmişken bana anlaşmadan pişman olup olmadığımı sordu, sinirlerim tepemde olduğundan pişman olduğumu söyledim ve hayatımın sonuna kadar çalışamaz hale geldim.”
Zavallı kadın ve kardeşleri bu duruma çok sinirlenmişler, ikinci büyük kardeş o an gidip Gri Cimri’nin hizmeti altına girmeye ve onu sinir edip anlaşmadan pişman olduğunu söyletmeye karar vermiş. “Ah! O yaşlı canavarın derisinin yüzüldüğünü görmek çok güzel olacak!” demiş. Ne söyledilerse fayda etmemiş, Mischance kasabasına doğru yola koyulmuş; ancak yirmi ay sonra geri döndüğünde abisi kadar çaresiz ve acınası bir durumdaymış.
Zavallı kadın, Aptal Jack’i de gitmekten vazgeçirmeye uğraşmış. Ancak söylediklerinin hiçbiri Jack’in, gidip Gri Cimri’yi hizaya sokmayı becerip beceremeyeceğini görmek için yola çıkmasını engelleyememiş. Anlaşma bir yıl için yirmi poundmuş, koşullar ise aynıymış.
“Şimdi Jack,” demiş Gri Cimri, “Eğer yapabileceğin bir şeyi yapmayı reddedersen bir aylık maaşın kesilir.”
“Benim için uygun,” demiş Jack, “Ancak eğer bir şeyi yapmamı söyledikten sonra o işi yapmaktan beni alıkoyarsan bana bir aylık ikramiye vereceksin.”
“Benim için de uygun,” demiş efendi.
“Ya da emirlerine uyduğum için beni suçlarsan yine bir aylık ikramiye vermek zorundasın,” diye devam etmiş Jack.
“Bu da benim için uygun,” demiş efendi.
Jack, çalıştığı ilk günden itibaren aç kalmış ve semerler üzerinde çalışmış. Ertesi gün eve geldiğinde öğle yemeğinin salona götürülmediğini görmüş. Mutfaktakiler kazın üzerindeki şişleri çıkarıyorlarmış, ancak Jack gelip tabaklıktan bir bıçak kapmış ve kazın bir göğsünü, bir bacağını, bir kalçasını, bir de kanadını kesip yemeye başlamış. O sırada efendisi gelip pişkinliği için ona hakaret etmiş.
“Ah, biliyorsunuz efendim, beni beslemek zorundasınız; ayrıca bu kazın gittiği midem akşam yemeğine kadar tekrar doldurulmak zorunda kalmayacak. Yaptığımız anlaşma için pişman mısınız yoksa?” dedi.
Efendisi az kalsın pişmanım diye haykıracakmış, ancak kendisini zamanında toparlayıp. “Ah olur mu hiç, hiç değilim,” demiş.
“Güzel,” demiş Jack.
Ertesi gün Jack, üzerini çimle kapatmak için bataklığa gidecekmiş. Öğle yemeği vaktinde mutfaktan uzak olacağından evdekiler memnunmuş. Fakat Jack, kahvaltısıyla doymamış, bu yüzden evin hanımına “Hanımım, sanırım öğle yemeğimi şimdi alacağım, böylece bataklıktan eve dönerken vakit kaybetmem,” demiş. “Bu mantıklı Jack,” demiş kadın. Sonra güzel bir ekmek, biraz tereyağı, bir şişe de süt getirmiş; Jack’in tüm bunları bataklığa giderken yanına alacağını düşünmüş. Ancak Jack masaya oturup tüm ekmek, tereyağı ve süt midesine girinceye kadar yemiş. “Şimdi hanımım,” demiş. “Eğer barınağın yanındaki kuru çimen ve bataklık kömürü üzerinde rahatça uyursam buraya gelip tekrar dönmek zorunda kalmam, böylece erkenden işimin başına geçebilirim. Bu yüzden akşam yemeğini de şimdi verirseniz tüm günü kapatırız.” Kadın akşam yemeğini de vermiş, yemeği bataklığa götüreceğini düşünüyormuş, ancak Jack yine oturup ne verildiyse silip süpürmüş. Evin hanımı birazcık afallamış.
Sonra ambardaki efendisine gidip “Bu ülkede hizmetçiler akşam yemeğini yedikten sonra ne yaparlar?” diye sormuş.
“Yatağa gitmekten başka hiçbir şey.”
“Ah! Öyle mi, çok güzel efendim.”
Jack ahırın samanlığına gitmiş, üstündekileri çıkarıp yatmış; ancak onu gören biri efendiye haber vermiş ve efendisi gelmiş.
“Jack, seni hergele, ne yapıyorsun?”
“Uyuyacağım efendim. Evin hanımı, Tanrı ondan razı olsun, bana kahvaltımı, öğle yemeğimi ve akşam yemeğimi verdi; siz de akşam yemeğinden sonra hizmetçilerin uyumaya gittiğini söylediniz. Şimdi beni suçluyor musunuz efendim?”
“Evet, serseri herif, suçluyorum.”
“Bana bir aylık ikramiyem olan bir pound on üç peniyi verir misiniz efendim.”
“Sana bir şeytan on üç de cüce vereceğim! Ne içinmiş o?”
“Haa anlıyorum, anlaşmayı unuttunuz. Pişman mısınız?”
“Ah, hem de n… Yani hayır. Şekerlemeni yaptıktan sonra paranı vereceğim.”
Jack, ertesi gün erkenden gün içinde ne yapması gerektiğini sormuş. “Otlaklığın dışındaki boş arazide saban tutacaksın.” Bunun ardından efendisi, yaklaşık saat dokuz civarında, Jack’in nasıl bir çiftçi olduğunu görmek için yola koyulmuş; ancak oraya gittiğinde hayvanları sürenin küçük bir çocuk olduğunu, saban bıçağının çimin üzerini yalnızca sıyırdığını, Jack’in de bu esnada atların arkasından sabanı tuttuğunu görmüş.
“Ne yapıyorsun aksi adam?” diye sormuş efendisi.
“Bu şeytan icadı sabanı nasıl tutuyorum ama, tıpkı bana söylediğiniz gibi değil mi? Ancak şu velet ne kadar uyarırsam uyarayım hayvanları kamçılamaya devam ediyor, ona bir şey diyecek misiniz?”
“Hayır ama sana diyeceğim! Bilmiyor musun, Tanrı’nın cezası, sana saban tutacaksın dediğimde toprağı eşmen gerektiğini söylüyordum.”
“Aman Tanrım, keşke bunu baştan söyleseydiniz. Yaptığım şey için beni suçluyor musunuz?”
Efendisi yine zamanında kendini tutmuş ve sineye çekip hiçbir şey söylememiş.
“Hadi şimdi diğer çiftçilerin yaptığı gibi toprağı eşmeye başla üçkâğıtçı herif.”
“Anlaşmamız için pişman değil misiniz?”
“Hiç değilim, hem de hiç!”
Bunun ardından Jack, günün geri kalanında düzgün bir şekilde saban sürmüş.
Bir iki gün sonra efendisi, yarısı körpe mısırlarla dolu bir arazideki ineklerle ilgilenmesini söylemiş. “Özellikle Browney’nin buğdaylardan uzakta olduğundan emin ol, o haylazlık yapmazsa diğerlerinden korkmana gerek yok.”
Öğle vakti geldiğinde efendi, Jack’in vazifesini nasıl yaptığını görmek için araziye gitmiş. Ancak görmüş ki Jack yüzünü çimlere gömmüş uyuyor, Browney boynuzlarından ağaca bağlanmış bir şekilde akasya ağacının yanında otluyor, hayvanların geri kalanı ise yemyeşil buğdayları bir yandan eziyor bir yandan da yiyor. Efendisi hemen Jack’i dürtmüş.
“Jack, seni serseri, ineklerin ne yaptığını görüyor musun?”
“Beni suçluyor musunuz efendim?”
“Ne demek suçluyor muyum? Tabii ki suçluyorum tembel herif.”
“Bana bir pound on üç peni vermelisiniz efendim. Browney’yi haylazlıktan uzak tutarsam diğerlerinin bir zararı olmayacağını söylemiştiniz. İşte Browney orada, bir kuzu kadar zararsız. Şimdi beni işe aldığınız için pişman mısınız?”
“Aslına bakarsan hiç değilim. Öğle yemeğine gelince paranı vereceğim. Şimdi dediğimi yap, günün geri kalanında bir ineğin bile buğdaylara girmesine ya da arazinin dışına gitmesine izin verme.”
“Hiç korkmayın efendim!” demiş Jack ve denileni yapmış. Fakat cimri efendisi, işe almasaydım çok daha iyi olurdu diye düşünüyomuş.
Ertesi gün üç inek yavrusu kaybolmuş, onları bulması için Jack’i görevlendirmişler.
“Onları nerede arayayım?” diye sormuş Jack.
“Olabilecekleri ya da olamayacakları her yerde.”
Cimri, artık kelimelerini dikkatle seçiyormuş. Öğle yemeği vaktinde ağıla geldiğinde Jack’in çatıdaki sazlıkları kucaklayıp içlerine delik açtığını ve açtığı deliklerin içinden baktığını görmüş.
“Burada ne yapıyorsun hergele herif?” “Tabii ki yavruları arıyorum, zavallı şeyler!” “Yavrular orada ne arasın?”
“Burada olduklarını ben de düşünmüyorum, ancak önce olabilecekleri yerlere, ahırlara, otlaklara, çayırlara baktım; şimdi de olamayacakları yerlere bakıyorum. Sanırım sizi yine memnun edemedim.”
“Emin ol edemedin, sen insanı çileden çıkarırsın kaz kafalı herif!”
“Lütfen efendim, öğle yemeğine gitmeden önce bir pound on üç penimi verin. Korkarım beni işe aldığınız için pişman oldunuz.”
“Hem de… Ah hayır, pişman değilim. Şimdi lütfen sazlıkları, sanki annenin barınağını yapıyormuş gibi yerlerine geri koyar mısın?”
“Ah tabii efendim, memnuniyetle,” demiş.
Çiftçi, öğle yemeğinden geri döndükten sonra Jack’in çatıyı öncekinden bile daha güzel yaptığını görmüş, çünkü Jack, çocuklardan yeni sazlar istemiş. Efendisi gelince “Hadi Jack, şimdi git ve yavruları bulup eve getir,” demiş.
“Onları nerede arayayım?”
“Git ve sanki senin malınmış gibi ara.”
Bunun üzerine Jack, inek yavrularını gün batmadan arayıp bulmuş.
Ertesi sabah efendisi, “Jack, bataklıktan otlağa giden yol çok kötü durumda, her adımda koyunların ayağı batıyor; git ve koyunların ayağına düzgün bir yol yap,” demiş. Aşağı yukarı bir saat sonra bataklığın yakınına geldiğinde ise Jack’i bıçağını bilerken bulmuş, koyunlar ise oldukları yerde bekliyorlarmış.
“Sen yolu böyle mi onarıyorsun Jack?” demiş.
“Her şeyin bir başı vardı efendim,” demiş Jack. “Ayrıca başlamak bitirmenin yarısıdır. Bıçağı biliyorum, böylece sürüdeki her bir koyunun ayağını alabileceğim, siz de çok memnun kalacaksınız.”
“Koyunlarımın ayaklarını mı alacaksın? Namussuz herif! Ne diye alacaksın söyler misin?”
“Tabii ki söylediğiniz gibi yolu onarmak için. Siz demediniz mi ‘Jack, koyunların ayağından düzgün bir yol yap,’ diye?”
“Ah aptal herif ah, koyunların ayağına düzgün bir yol yap dedim.”
“İyice belirtmediğiniz yazık olmuş efendim. Eğer anladığım şekilde devam etmemi istemiyorsanız bir pound on üç penimi verin.”
“O bir pound on üç peni boğazında kalsın!”
“Dua etmek beddua etmekten daha iyidir efendim. Yoksa anlaşmamızdan pişman mısınız?”
“Hayır, henüz hiçbir şekilde pişman değilim.”
Ertesi gece efendisi bir düğüne gidecekmiş ve çıkmadan önce Jack’e, “Gece yarısında ayrılacağım, sonradan senin de gelmen gerekiyor, çünkü içkiyi fazla kaçırabilirim ve beni eve sen getirmelisin. Eğer erken gelirsen etrafa bir göz atıp beni bul ki sana bir şeyler ikram etmelerini söyleyeyim,” demiş.
Saat on bir civarı efendi, içkiye öyle bir gömülmüş ki yanağına yapış yapış bir şeyin çarptığını hissetmiş. Bardağının yanına düşen şeye baktığında gördüğü şey ise bir koyun gözüymüş. Kimin neden böyle bir şey yaptığını anlayamamış. Bir süre sonra diğer yanağına da bir darbe almış, o da bir koyun gözüymüş. Kafası iyice karışmış, ancak hiçbir şey söylememek daha iyi olur diye düşünmüş. İki dakika sonra tam içkisinden yudumlamak için ağzını açmış ki atılan göz bu kez ağzına düşmüş. Hızla tükürüp bağırmaya başlamış “Evin sahibi, böyle bir saygısızlığı yapacak adamı evinde tutmaya hiç utanmıyor musun?”
“Efendim,” demiş Jack. “O adamı suçlamayın, çünkü gözleri ben atıyordum, burada olduğumu belli etmek için. Gelin ve damadın sağlığına içmek için gelmiştim. Gelmemi de siz söylemiştiniz.”
“Senin böyle bir serserilik yapacağını biliyordum, peki Tanrı aşkına, gözleri nereden aldın?”
“Tabii ki koyunlarınızın kafasından. Komşuların hayvanlarından almamı istemezdiniz herhalde, çünkü beni hemen zindana atarlardı.”
“Seninle karşılaştığım güne lanet olsun.”
“Hepiniz şahitsiniz,” demiş Jack. “Efendim benimle karşılaştığı için pişman. Artık zamanım doldu. Efendim, siz de maaşımın iki katını verin, sonra da yan odaya geçin; ben omuzlarınızdan başlayıp kalçalarınıza kadar olan sırt derinizi yüzerken de düzgün durun.”
Herkes buna karşı çıkmış, ancak Jack “Bu adam, iki kardeşimin sırtını yüzerken ona hiç engel olmadınız, şu an o iki kardeşim beş parasız ve sırtları yüzülmüş bir şekilde zavallı annemin yanındalar,” demiş. Odadakiler anlaşma şartlarını duyunca işin yapıldığını görmek için sabırsızlanmaya başlamışlar. Efendi, haykırıp kükremiş, ancak yanında ona yardım edebilecek kimse yokmuş. Kalçalarına kadar kıyafetlerini çıkarmış ve yan odaya yatırılmış. Jack, et bıçağı elinde, başlamaya hazırmış.
“Şimdi seni yaşlı canavar,” demiş, bu sırada bıçağını odanın zeminine sürtüyormuş. “Sana bir teklif sunacağım. İki kat maaşımla birlikte zavallı kardeşlerime destek olmam için iki yüz gine verirsen derini yüzmeyeceğim.”
“Asla! Derimi tepeden tırnağa yüzmeni tercih ederim.”
“Peki öyleyse,” demiş Jack sırıtarak, fakat attığı ilk minik kesikte cimri efendisi kükreyip “Dur, dur! Parayı vereceğim,” demiş.
“Şimdi sevgili komşular, benim hakkımda kötü düşünmemelisiniz. Bir sıçanın bile gözlerini çıkaracak bir insan değilim. O gözlerin hepsini kasaptan aldım ve yalnızca üç tanesini kul landım.”
Böylece hepsi tekrar diğer odaya geçmişler, Jack’i de aralarına alıp sağlığına kadeh kaldırmışlar, o da bir bir herkesin sağlığına içmiş. Sonradan altı kuvvetli adam, onu ve efendisini eve götürmüş; efendisi Jack’e olan borcunu ödeyene kadar bu adamlar salonda beklemiş. Eve vardığında zavallı annesi ve derisi yüzülen kardeşleri âdeta bayram etmiş; artık hiç kimse ona Aptal Jack demeyecekmiş, yeni lakabı ise Deri Yüzen Jack’miş.