Her neye söz verdiyseniz, onu ipteki bir ilmek gibi değiştirilebilir değil, kayadaki bir hat gibi sağlam tutun.
Tibet Atasözü.
Bir zamanlar çok çok uzak bir diyarda, yaşlı dünya çok çok gençken, hayvanlar ve insanlar konuşur ve birlikte yaşarken, minnettarlık diye bir şey varmış.

Dağların arasında, derin bir uçurumun kenarından geçen dar bir yol varmış. Burası seyahat etmek için tehlikeli bir yermiş ve bu yolda bir gece, tam karanlık çökerken, bir adam, bir karga, bir sıçan ve bir yılan birlikte yürürken, yolun bir kısmı çökmüş ve hepsi birden aşağıdaki uçuruma düşmüşler.

Yaralanmamışlar ama çok sarsılmışlar ve orada oturup durumlarını düşünmüşler, nasıl kurtulabileceklerini ya da açlıktan ölmemek için ne yapabileceklerini merak etmişler, o sırada yoldan geçen bir yolcu bozuk yola ulaşmış ve aşağıya bakıp onları görmüş. Hepsi birden feryat etmeye ve kendilerine yardım etmesi için yalvarmaya başlamışlar, o da uzun bir ip atmış ve hepsini teker teker dışarı çekmiş. Hepsi büyük bir minnettarlık duymuş ve onu asla unutmayacaklarını, kendilerine yaptığı yardımı asla unutmayacaklarını ve bir gün kendisine de yardım edeceklerini söylemişler.

Gezgin, karganın, farenin ve yılanın dostluk sözlerini içten içe küçümsemiş ve kendisi için bir şey yapabileceklerine gerçekten inanmamış, ama belki bir gün bu adamın kendisine yardım edebileceğini düşünmüş.

Bu olaydan uzun bir süre sonra, bu uzak ülkedeki kralın sarayında, kraliçe düz çatının tepesinde saçlarını yıkıyormuş. Mücevherli kolyesini çıkarıp yanındaki alçak bir bankın üzerine bırakmış ve saçları kuruyunca aşağı indikten sonra mücevherlerini orada unutmuş.

Yakınlardaki bir ağacın tepesinde, uzun zaman önce adam tarafından kurtarılmış olan karga oturuyormuş. Kolyeyi görmüş ve “Bu beni uçurumdan kurtaran adama vermek için iyi bir hediye olacak” demiş ve aşağı uçup kolyeyi gagasına almış, onunla birlikte uçup gitmiş ve kolyeyi adama götürüp nereden aldığını söylemiş.
Ertesi gün kolyeli gezgin kurtardığı adamla karşılaşmış ve şöyle demiş: “Buraya bak. Bu karganın pek dost olacağını sanmıyordum ama bak, bana kraliçeye ait olan bu muhteşem mücevherleri getirdi.”

Bunu duyan kurtarılan adam hemen krala gitmiş ve ona, “Kraliçenin gerdanlığını böyle bir adamın evinde bulacaksın” demiş ve kurtarıcısının adını vermiş. Kral hemen adamlarını gönderip yolcuyu tutuklatmış ve hapse attırmış.

O karanlık ve eski zindanda, yatacak bir yatağı olmadan, duvarlardan nem damlarken, ne yiyecek bir yemeği ne de ona yiyecek bir şey getirecek bir arkadaşı olmadan, açlıktan ölmek üzereyken, kurtardığı ve orada yaşayan fare gelip ona o yere nasıl geldiğini sormuş. O da tutuklanma hikâyesini ve kurtardığı adamın nankörlüğünü anlatmış ve açlıktan ölmek üzere olduğunu, eğer çok yakında yardım gelmezse kesinlikle öleceğini söylemiş.

Fare oradan uzaklaşmış, kralın sarayına girmiş, masasından yiyecek çalmış, zindandaki adama götürmüş ve onu kurtarmış.
Başka bir gün yılan onu görmeye gelmiş ve hapishaneye nasıl düştüğünü sormuş. Adam hikâyeyi tekrar anlatınca yılan, “Boş ver, seni kurtaracağım,” demiş.

Bu yılan sihirli bir yılanmış ve kendisini bir hayalete dönüştürerek kralın boynuna dolanmış ve neredeyse onu boğarak öldürecekmiş. Yılan hissedilebiliyordu ama görülemiyordu. Kral derhal önemli adamlarını, bilgelerini ve lamalarını çağırmış, onlar da kura çekmişler ve ona kendisini boğan bu hayaletin hapishanedeki adamın koruyucu azizlerinden biri olduğunu, eğer mahkûmu serbest bırakır ve ona iyi davranırsa sıkıntılarının sona ereceğini söylemişler. Kral da bunun üzerine mahkûmun huzuruna getirilmesini istemiş, ona çok para ve mücevher vererek hemen göndermiş.
Kralın üzüntüsü sona ererken, gezgin de kuşku duyduğu ve küçümsediği üç kişinin dostluğu sayesinde mutlu olmuş.