Doğumda ve ölümde korku yoktur ve korkuda şüphe yoktur.
Tibet Atasözü.

Bir zamanlar, uzun zaman önce, insanların yaşadığı, sevdiği, merak ettiği ve öldüğü bir gizemler ülkesinde, dünyada yapayalnız olan Draşup adında bir adam yaşarmış. Adamın bütün akrabaları ölmüş. Karısı ve çocuğu yokmuş ve çok ama çok fakirmiş.

Bir gün dağda dolaşmaya çıkmış ve yaşadığı sıkıntılardan dolayı kederlenerek yatıp uyumuş.

Tam o sırada, dağın eteklerindeki küçük bir köyde küçük bir kız doğmuş. Adamın altında uyuduğu ağaçta bir tanrıça yaşıyormuş.

Adamın çevresinde, ormanda bir dizi tanrıça yaşarmış ve bu yeni küçük hanımın geleceği için kocasının kim olacağı, ne zaman evleneceği, yaşlanıp yaşlanmayacağı ve öleceği gün gibi konularda kura çekmek ve kehanette bulunmak onların göreviymiş. Draşup’un altında uyuduğu ağaçta yaşayan tanrıça, evinin yakınında uyuyan bir misafiri olduğu için diğerlerini ağacına gelmeye davet etti. Onlar da gelmişler ve kadının geleceği hakkında kehanette bulunmaya başlamışlar: – Bir kuzunun etini yiyerek öldüğünde kadın ancak orta yaşlarında olacakmış ve ağacın altında uyuyan adam da onun kocası olacakmış.

Adam çok derin bir uykuda değilmiş ve tüm bu kehanetleri duyunca çok sinirlenip şöyle demiş: “Böyle konuşmalar! Bunların hepsi aptallık. Ben artık orta yaşlı bir adamım ve yeni doğmuş bir bebeğin kocası olacağım düşüncesi bile saçma.”
Ama yine de bu çocuğu bulmak için yola koyulmuş. Ülkeyi bir aşağı bir yukarı dolaşıp durmuş ve sonunda dağın eteğindeki köyde, tam da o gün doğmuş olan küçük bir kız bulmuş ve sözünü ettikleri çocuğun o olduğunu anlamış. Böylece sessizce evin yan tarafına geçip, yakacak odun kesmek için kullanılan küçük bir balta almış, kızın bulunduğu yere doğru yaklaşmış ve kıza saldırmış. Onu öldürdüğüne inanarak uzak bir ülkeye kaçmış; ama kız iyileşmiş ve büyüyüp genç kız olmuş.

Zamanla kızın ailesi ölmüş ve kız hiçbir şeyi olmayan bir yetim olarak kalmış, o da evini terk edip seyahate çıkmış. Şans eseri Draşup’un yaşadığı şehre gitmiş. Bir gün tanışmışlar ve anında aşık olmuşlar. Bir gün onunla konuşurken Draşup kızın kafasında büyük bir yara izi görmüş ve ona bunun nasıl olduğunu sormuş.
“Ailem bana bir keresinde doğduğum köyde Draşup adında bir adamın eline bir balta alıp beni öldürmeye çalıştığını söyledi” demiş.

Draşup bunu duyduğunda, dağın tanrıçaları tarafından önceden bildirilen geleceğin sözlerinden kaçmaya çalışmanın bir faydası olmadığını anlamış, ama bunu da hatırlamasına rağmen ona nasıl öleceğini söylememiş.

Evlenmişler ve adam kadından çok daha yaşlı olmasına rağmen mutlu bir şekilde yaşamışlar.

Ama her zaman kuzu etini kendisi için almaya ve kızın hiçbir şey almamasına çok dikkat edermiş. Ancak kadın, kocasının neden hep kuzu etini kendisi için istediğini merak etmiş ve bir gün kocası iş için evde yokken bir kuzu kesmiş ve “Draşup burada olmadığına göre kuzu etini kendim yiyeceğim” demiş. Yedikten sonra, “Çok güzeldi, her zaman kendisinin yemek istemesine şaşmamalı” demiş.

Sonra aniden şiddetli bir şekilde hastalanmış ve Draşup eve geldiğinde onu ölü bulmuş ve hiç kimsenin tanrıçaların verdiği hükümden kurtulamayacağından emin olmuş.